BENİM BU GÜNLÜĞÜM OLMASA BEN DERDİMİ KİME, NASIL ANLATIRIM!
Kendimi tam emekli edemedim henüz ancak bu konu da çabalıyorum. Onun için siyaset başta olmak üzere sorunlu konulardan uzaklaşmaya çalışıyorum ancak kaçmak/uzaklaşmak çözüm değil, öncelikle düşüncelerimde bitirmem gerekiyor.

BENİM BU GÜNLÜĞÜM OLMASA BEN DERDİMİ KİME, NASIL ANLATIRIM! (Uzun oldu yazım ancak içimi dökmem! lazım )
Doğa’nın sunduğu huzurun, sakinliğin, doğal canlılığın ve köyde yaşayanların “Anadolu İrfanı” dediğimiz bilgeliğinin oluşturduğu kültürünü yaz boyu yaşadığım Milas’tan döndüm.
Şehir hayatının tükettiği enerjimi, o doğal yaşam içinde yeniden biriktirip geliyorum. Biriktirdiğim bu enerjimi daha sonra yine yaşadığımız bölge için, genel konular için düşüncelerimizle bazen de eylemlerimizle harcıyorum.
Kendimi tam emekli edemedim henüz ancak bu konu da çabalıyorum. Onun için siyaset başta olmak üzere sorunlu konulardan uzaklaşmaya çalışıyorum ancak kaçmak/uzaklaşmak çözüm değil, öncelikle düşüncelerimde bitirmem gerekiyor.
Bazı ziyaretleri beraber yaptığımız, emekli Cumhuriyet Savcısı Selahattin bey var. Kendini tam emekli etmiş, dünya yansa umurunda değil! misali hep pozitif düşünüyor,Takılıyorum ve ona diyorum ki,”bana bu kafadan lazım. bir gün bende böyle evrileceğim ancak belli ki yaşamam gerekiyor.” İlçemizde o kadar değerli insanlar var ki, hiçbir şey yapmıyorum diyenin bile çok şeyler yaptığına tanık oluyoruz.
İlçemizde yaşayan şair/yazar Ferruh Sidar beyi görüyorum. Zaman zaman telefonla konuştuğumuz gibi ziyaretlerine de gideriz. Birçok araştırma, roman türü kitapları var. Tam bir edebiyatçı ve ben de zaman zaman yazarlık konusunda görüşlerine başvuruyorum. Yaşı 80 e yaklaşırken halen böyle mücadeleci ruhunu görünce bu da bana ilham kaynağı oluyor ve kendime “Bayram, yapacak işlerin var!” diyerek toplumsal anlamda sosyal, kültürel, tarih alanındaki boşlukların doldurulması için çabalar sarfetmeme neden oluyor.
Yine, İlçemizin sosyal insanlarından Akademisyen Dr. Deniz Acaray var. Deniz hoca ile de sık sık görüştüğümüz için onunda çalışmalarına tanık oluyorum. Türkçe konusundaki hassasiyetini kitabına alıp “Türkçe’nin korunması için, “Bu bir milli güvenlik sorunu gibi görülmelidir” demesi beni mutlu ediyor. Bir, Türkçe aşığı olarak ben de Türkçe’nin korunması şarttır ve bir milli güvenlik sorunu gibi düşünülüp gerekli tedbirlerin alınması sağlanmalıdır. Artık, görüştüğüm, yazıştığım, konuştuğum…diğer arkadaş, dost ve tanıdıkları söylemiyorum bile.
Ve son zamanda arasıra “felsefe yapalım” diye ezberlerin bozulması, düşünce ağımızın genişlemesi, tabuları ve şartlanmış düşüncelerden kurtulalım diye de yazılar yazıyorum. Bazı siyasi liderlerin açıklamaları bu konularda hayli etkili olup, bence gelecekte yararlarını göreceğiz.
Bu Türkçe konusu zaten beni epey bir meşgul ediyor. Türkçe’ye aşığım. Yabancı kelimeler tarafından işgal edilmesi, kelimenin anlamının ve harflerinin değişmesi, yok sayılması; bir arkadaş/ dost tarafından düzeltilmiyorsa yani Türkçesi var iken yabancı kelime kullanılıyor ise bu durum beni yaralıyor! Bu durum benim enerjimi de yavaş yavaş azaltıyor...
Orta Okul ve Lise’de Fransızca görmüştük. Akın Mert hocamız sonradan geldi hatırladığım kadarıyla çoğunluk dersler boş geçtiği için yeterli ögrenemedim. Bir A.Ö.F. serüvenim oldu “Burada bari İngilizce ögreneyim, diyerek İngilizce dilini işaretledim…” burada da maalesef İngilizce ağır geldi zaten yarısından sonra bıraktım. Döndüm, dolaştım yine Türkçe ile başbaşa kaldım.
Türkçe’nin saf-duru haline hep ilgi duydum. Ve yaz mevsiminde gidip kaldığım Milas ormanları içindeki dağ köylerinde konuşulan dilin halen bozulmamış, orijinal Türkçe yani köklü Türkçe olduğunu fark ettim.
Felsefeye yakınlığıyla bildiğim, İlçemizde ikamet ettiği içinde hemşehrimiz dediğim ve bazı kitaplarını okuma fırsatı bulduğum Prof. Dr. İbrahim Kalın bu alanlar için “Heıdegger’in Kulübesine Yolculuk” adlı kitabında “Köydeki dil, şehirdeki dilin kaynağıdır.” diyerek arı-duru dilin şehirlerde rafine halini alıp, GDO’lu hale getirildiğinden bahsediyor ve aklımdaki bir çok soruya da cevap veriyor. Bu felsefe konusuna girersek şimdi yazı çok çok uzayacak ancak kitabı okumanızı öneririm.
Dediğim gibi, enerjimi Milas’ın orman içindeki dağ köylerinde depolayıp geldim ancak şehir hayatı, mesleğin vermiş olduğu yansımalar ile birlikte birden bire kentin pis işlerinin içinde buldum.
Derler ya hani, “malın var mı, derdin var” gerçi benim öyle zenginlik bir yönüm yok. Gölbaşı’nda kiraya verdiğim İş Bankasının ardında bir dairem var, oraya da kiracı çöktü aylık 7500 lira ödüyor, tahliye taahhütnamesi var, çıkmıyor. Mahkeme ile uğraştırıyor. (Bu konunun hikayesini yazsam çok şey çıkar) Yıllarca artık mahkeme sonucunu bekleyeceğiz ancak yorduğu, enerjimizi tükettiği de yanımıza kalacak. Ondan sonra imza inkar tazminatı davası açabilirmişim. Enerjin bitip, seni yorduktan sonra tazminat alsan ne olur, olmasan ne olur. Bu tür davaların uzun sürmesi saçmalık zaten.
Kendi aklımca emekli maaşıma destek olsun diye kiraya vermiştim, bende Mamak Neta Vega karşısında Elmadağ eteklerine doğru olan TOKİ konutlarında 5 yıl önce kişiden satın aldığım bir daire var. Merkezi sistem olduğu için, yazın Milas’ta - kışın bu sitede kalırım, Gölbaşı’na da otobandan 15-20 dakika çok yakın nasıl olsa diyerek taşındım. Ancak, burası da sıkıntılı bir yer olduğunu sonradan öğrendim.
Gazeteci olduğumu duyan bu site ile ilgili sorunları getirmeye başladı. Bu siteye de adamlar çökmüş, kendi kafasına göre blok yöneticileri seçtiriyor, atıyor, denetlettiriyor vs. vs. yani KMK ve Yönetim Planına uygun olmayan ne varsa yapmaya çalışırken bunları da “minareyi çalan kılıfını hazırlar” misali uygulamaya çalışıyor. Bu alandaki şikayetlerde birike birike bana geldi. Burada yaşayan insanlarda bazen “akıl tutulması” yaşıyor olabilir mi? diye de kendime sorduğum oluyor. Zira, 60 blok var. Bunlardan 20 blok yüksek kat asansörlü, diğer 40 blok 2 kottan 3 kat yol üstünden olmak üzere 5 kat ve asansörsüz olmasına rağmen yönetim aidatların içerisinde tüm asansör giderlerini alıyor.
Yaklaşık 6-7 yıldan beri buna kimse itiraz etmemiş. Bu konu da bile ben geçen yıl önce Tüketici hakem heyetine, onlar karar veremeyince Tüketici Mahkemesi’ne başvurmak durumunda kaldım. Ancak, bu durumda olan 1000 den fazla daire sahibi hiç itiraz etmemiş, etmiyor ve yönetim ne derse onu kabulleniyor. O da Blok yöneticileri aracılığı ile inandırılıyor. Yani, Blok yöneticileri ile site yöneticileri/deneticileri arasında bir çıkar ilişkisi oluşmuş, yıllardan beri ne gelir gider hesapları veriyorlar, ne denetim raporları sunuyorlar, ne de paraların nere harcandığını biliyorlar. Aylık 1.5-2 milyon lira arasında değişen toplanan aidatların tam olarak nelere harcandığı konusunda kat maliklerinin bilgi yok, adamlar adeta çökmüş gibi bilgi vermiyorlar. Hatta, bu konu da daha önce yazılarım oldu, tehdit ve hakarete maruz kalınca şikayetçi oldum, ceza aldılar.
Ve son olayları da, geçen kış peşin ödediğimiz doğalgaz faturalarını bunlar Başkentgaz’a ödememişler. Birçok blokta doğalgaz abonelikleri iptal olmuş, bunlar ortaya çıkınca tepki alan yönetim apar topar yeni abonelikler yaptırmış ve borçları da taksitlendirmiş.
Oysa, kat malikleri doğalgaz paralarını peşin ödüyorlardı. Burada da resmen usulsüzlük yapılmış. Blok yöneticileri de bu konu da sessiz kalarak, site yöneticileri ile işbirliği halinde, site deneticileri de kat maliklerini bildirmeyerek ve gerekli raporları tutmayarak işbirliği halinde. Yani, karşımızda bir çeteleşme suretiyle menfaat sağlayıp, belki de nitelikli dolandırıcılık konusu var!
İşte, benim enerjimi azaltan konulardan birisi de bu oldu. Gazeteci olduğumu bilen kat malikleri adeta kapıma dayandı! Bunlardan bizi kurtarın misali, oluşturduğum sosyal medya da haklarında birçok suçlamalar yaparak yazılar yazıp, yorumlar yaptılar. En sonunda bende bu feryada dayanamıp bir dosya hazırladım ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yolunu tuttum.
Ankara Adliyesi’ne gittim ve Cumhuriyet Savcılığı’na şikayet dosyamı verdim. Cumhuriyet Savcısı Utku K. buradan çok şikayet geldiğini de belirterek dosyayı alıp, soruşturmayı hemen başlattı. Elime de soruşturma evrakını verip “Bunu elden karakola verirsen, onlar ne yapacağını bilir” diyerek konunun önemi açısından elden takip etmemi sağladı. Bir anda adaletin bu kadar hızlı çalışmasından çok memnun da kaldım. Sayın Savcı Utku K. o anda adaletin geç işlediği düşüncelerimi alt üst edip, çok hızlı işlediğine dair bir düşünceyi oluşturdu.
Savcılık evrakını götürüp ilgili karakola verdim.
Bu durum oradaki insanlara büyük bir umut olmuştu bu konuda bana da her türlü manevi desteği veriyorlar, 40 dan fazla kişi " beni de şahit yazdır" diyordu.
Evrakı karakola teslim ettikten sonrası benim ayrıca bir canımı sıkıldı ki onu da, gelişmelere bağlı olarak başka bir yazı da anlatırım…Zira, bu konu ile ilgili İçişleri Bakanlığı ile de CİMER aracılığı ile yazışmalarım oldu.
İşte böyle dostlar/arkadaşlar;
Duru-Saf Türkçe’nin yaşandığı alanlarda/köyde biriktirmiş olduğum enerjimi, Ankara’ya/şehire gelerek böyle yavaş yavaş harcamaya başladım ya “Bu durum acaba evrensel bir kural mı?” yoksa “Bir görev mi?” diye de kendime sormuşluğum da var.
Saygılarımla
Bayram Türkmez
07 Kasım 2025




