Kendi dönemi içindeki gerçekçilik anlayışına uygun olarak yazılmış olan Yaban'da Yakup Kadri, I. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir Anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu, Milli Mücadeleye ilişkin tavırlarını bir aydının gözüyle verir. Yaban için "bu eser benliğimin çok derinliklerinden adeta kendi kendine sökülüp, koparak gelmiş bir şeydir" diyen yazar, bu romanda ortaya koyduğu birçok soruna daha sonra yazacağı Ankara'da cevap bulmaya çalışacaktır.
YAYINA HAZIRLAYAN: Atilla Özkırımlı
YABAN ÜZERİNE
Yaban gerek Yakup Kadri'nin romanları içinde, gerekse Türk Edebiyatı tarihi açısından ayrı bir önem taşır. Yayımlandığı yıldan bu yana da en çok tartışılan, yazarını ölmezleştiren romanların başında gelir. Bu, hem Türkiye tarihinin belli bir dönemine tanıklık etmesinden, hem de bir tez romanı olmasındandır. Nitekim, ne zaman halk-aydın kopukluğundan söz edilse akla hemen Yaban gelecektir.
1932'de yayımlandığında, Nabizade Nazım'ın Karabibik'i (1890) ile Ebubekir Hazım Tepeyran'ın Küçük Paşa'sından (1910) sonra köylü ve köylüyü konu alan, dönemin gerçekçilik anlayışına uygun üçüncü romandır. Ama ilk ikisinden farklı olarak konuyu tarihsel ve toplumsal bir sorun biçiminde gündeme getirir. Başından beri Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen, saygınlığını koruyan, romancılığını kanıtlamış bir yazarın ürünü olduğu için övgüyle karşılanır. Getirdiği eleştirideki doğruluk vurgulanır. Ama çok geçmeden Türk köylüsünü yanlış tanıttığı, gerçekleri çarpıttığı öne sürülecektir. Bu yargı aradan on yıl geçtikten sonra geçersizleşir. Yaban 1942'de açılan CHP Roman Mükafatı'nda, yayımlandıktan on yıl sonra Sinekli Bakkal'ın ardından ikinci gelir.
Yaban'ın, Yakup Kadri'nin romancılığında köye, köylüye yönelik tek eseri olduğu söylenir. Konusu açısından düşünüldüğünde belki doğrudur bu yargı. Ama Yaban'ı sanatçının romanlarının oluşturduğu bütünden ayrı düşünmek zordur. Niyazi Akı, romanları üzerinde dururken, -Başta, eserini bir cemiyetin panoraması saydıracak genişlik gelir- der ki, bu düşüncesi doğrudur. Yine Akı'nın söyleyişiyle, -Romanlarından ikisine verdigi Panorama adı, Panoramalardan önce yazılanları da içine alacak kadar şümullüdür. Bir Sürgün, Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban ve Ankara, cemiyetimizin son yetmiş küsur yıllık hayatına dair yazılmış geniş bir Panorama'nın parçaları sayılabilir.
Yaban'da zaman olarak 1.Dünya Savaşı'nın bitiminden Sakarya zaferinin kazanılışına kadar olan süre alınır. Savaşta bir kolunu kaybetmiş İhtiyat Zabiti Ahmet Celal'in kişiliğinde tanırız yenilgiyi. Mekansa, adı verilmemekle birlikte, -Haymana ovasının ortasında, Porsuk Çayı dolaylarında bir köydür. Anlatım biçimi olarak da anı türü seçilmiştir.
Bu saptama, Yaban'a açıklayıcı ipuçlarını getirir. Milli Mücadeleyi konu alan romanda, köyün ve köylünün durumu, Kurtuluş Savaşı'ndaki tavrı Ahmet Celal'in gözüyle verilir. Yine onun köylülerle ilişkisi halk aydın kopukluğu biçiminde belirir.
Köylülere göre bir yabandır Ahmet Celal. Konuşması, tavırları, giyimi, düşünceleri, duyarlığıyla onların dünyalarının dışındadır. Kafasındaki, benliğindeki acılardan kurtulmak için eski neferi Mehmet Ali'nin küyüne gelmiş, köylülerin arasına karışarak, kendini doğaya bırakarak yenilenmeyi ummuştur. Ama çok geçmeden yabanlığının bir yazgı olduğunu farkeder: Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak... Haydi bunların hepsini yapayım.
Fakat onlar gibi nasıl düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim? Soru budur işte: Dış cephem değişmiş neye yarar? Sorun da şu: Ben asıl bu toprağın malı olmayan ve hepsi dışarıdan gelen maddeler ve unsurlarla yuğrula yuğrula adeta sınai, adeta kimyevi bir şey halini almışım. Böylece toplumsal bir boyuta yerleştirir konuyu Yakup Kadri. Tarihsel oluşumu açısından Türkiye'nin aydın sınıfı'dır yargıladığı. Ahmet Celal, salt bir roman kahramanı değil, bir prototiptir. Sonunda dayanamaz, roman tekniğine göre yapılmaması icabeden tiradlardan birine başlar.
Yakup Kadri, Yaban'la gerçekdışı, bir düş ülkesi görünümündeki köy edebiyatını yıkmıştır. Çirkin, kısır bir doğa, pis bir çevre; illetli, sakat insanlar, cehalet, kör inançlar, içgüdülerin yön verdiği bir yaşama biçimi... çizilen tablonun renkleri bunlardır. Savaş sanki bu insanların dışında olup bitmektedir. Askere çağrılma korkusu dışında ilgilenmezler savaşla. Milli Mücadele'ye karşı köylülerin tavrıyla Ahmet Celal'in tavrı birbirinin tam karşıtıdır. Bozgundan sonra geri çekilen düşman askerlerinin yaptıkları zulüm bile tepkiye yol açmaz. Tevekkülle kabullenilir. Bir kolunu onlar için veren Ahmet Celal ise deliye dönecektir.
Ama onu acıya salan bu durum kendi eseridir. Anadolu halkını, hayvani duyguların, cehaletin ve yoksulluğun ve kıtlığın elinde bırakmıştır.
Ne ektin ki, ne biçeceksin? diye sorar Ahmet Celal Türk aydınına.
Romanın bir başka bölümünde, Ahmet Celal'in eski neferi Mehmet Ali'den söz edilirken sorun daha kapsamlı bir biçimde konulacaktır. Burada Yakup Kadri'ninkişilerini ele alışının doğruluğu üzerinde de durmak gerekir. İnsanın çevreyle ilişkisinin önemini kavramış bir romancıdır karşımızdaki. Ahmet Celal, köye geldikleri günden beri başka bir Mehmet Ali'nin varlığıyla tanışır. Eski neferi değildir bu. Asker olmazdan önceki haline dönmüştür Mehmet Ali.
Ona göre geriye doğru bir gelişmedir söz konusu olan. Bu gözlem Ahmet Celal'i şu doğruyu saptamaya götürecektir: Talim, terbiye, iyi misal, bunların hepsi geçici şeylerdir. Ve çevre değiştirmedikçe, insanın gelişmesine imkan yoktur. Bu küçük mülahazadan Türkiye'deki yenilik ve garpçılık hareketlerinin, neden başarısızlığa uğradığı sorununa kadar çıkabiliriz. Bu düşünce yukardaki alıntılarla birleştirilirse, Yaban'da işlenen tezin yüzeysel bir halk-aydın çatışması olmadığı, romancının bu çatışmaya, bu kopukluğa yol açan temeldeki soruna dikkati çektiği görülür.
Yalnız biçimsel gibi görünen, ama aslında Yakup Kadri'nin düşüncelerindeki gelişimi gösteren bir ayrıntıdan da söz etmem gerek.
İlk baskılarda, yukarda altını çizdiğim değiştirmek kelimesi, değişmeyince biçimindedir. Cümle tıpkısı tıpkına şöyle: Ve muhit değişmeyince, ferdin değişmesine imkan yoktur.
Burada çevrenin, çok açık olmasa da, kişinin iradesi dışında değişmesi söz konusudur. Oysa ikinci cümlede, sonradan yapılan bir değişiklikle, değişme olgusu kişinin iradesine bağlanmıştır.
Yaban'ın, döneminin gerçekçilik anlayışına uygun bir roman olduğunu söylemiştik. Bu gerçekçiliğin, Zola ve Balzac etkisi taşıdığı, giderek Yakup Kadri'nin, Toprak ve Köylüler romanlarından esinlendiği de öne sürülmüştür. Gerçekten de Yaban'la söz konusu romanlar arasında kimi benzerlikler bulmak mümkündür. Yaban'ın özellikle köylü kişilerinin sergilenişinde natüralizmin izleri de görülür. Ama bu, birçok roman için de öne sürülebilecek teknik bir ayrıntıdır. Roman yazarının eğitimine, düşüncebirikimine bağlıdır, giderek kültürel bir ortamın sonucudur. Böyle olduğu için de doğaldır. Önemli olan romanda kullanılan malzeme ve malzemeyle verilen biçimdir. Konuya bu açıdan bakılırsa, Yaban'ın yerli ve ulusal nitelikler taşıdığı görülür. Psikolojiye girildiği zaman bile evrensel boyutlara ulaşıldığı söylenemez. Yaban'ın eskimeyişinin, okunurluluğunun sırrı da buradadır. Köyü ve köylüyü anlatan ilk gerçekçi Türk romanlarından biri olarak değil, ilk yerli romanlardan biri olarak önem taşır.
Bunda gözlemin ve gözlenen gerçek üzerinde kafa yoruşun payı büyüktür. Biliyoruz ki, Yaban, yazarının 1921'de çıktığı bir gezinin ürünüdür. Ayrıca romanın sonuna eklediğimiz yazılarda da görüleceği gibi (özellikle Niyazi Akı) düşünsel bir hazırlığın sonucudur.
Bu kadar da değil. Yakup Kadri kişilerini verirken kaba bir tasvire girmez. Ayrıntılar titizlikle seçilmiş, anlatılan kişiyi yansıtacak en tipik çizgiler kalınlaştırılmıştır. Kişilerinin dış görünümüyle ilgili ayrıntılardan çok, kişiliklerinin, benliklerinin dışa vurumu olan davranışlar belirginleştirilmiştir.
Romanın, Ahmet Celal'in anıları biçiminde yazılmış olması, özbiçim uyumunda başarıyı sağlar. Konuşan Yakup Kadri'dir, biliriz.
Ama Ahmet Celal adının ardına gizlenmesi anlatım biçiminden dolayı batmaz.
Tersine işini kolaylaştırır bile. Bir yaban'ın gözlemleri, izlenimleri, düşünceleri, duyularıdır bunlar. Elbette bölük pörçük olacaklardır. Ama bu parçalarla yavaş yavaş bir bütün oluşturulduğu görülür. Yalnız Ahmet Celal'in köylülerce yaban sayılışının nedenlerini değil, onun kendisinin yabanlığının bilincine varış sürecini ve köyün, köylünün durumunu da buluruz bu bütünde.
Yaban meziyetleri kusurlarından çok olan bir romandır. Üstelik bu kusurlar, yazarında olduğu kadar yazıldığı dönemde de aranmalıdır.
Bu kısa önsöz, Yaban üzerine bir inceleme ya da eleştiri olmaktan çok bir sunu niteliğini taşıyor. Yazarı artık yaşamayan, Türk edebiyatının klasikleşmiş bir eserini okurken nesnel ipuçlarını vermeyi amaçlayan bir sunu. Dolayısıyla, metni basıma hazırlarken ve bu yeni basımda bulunan eklerle ilgili kısa bir açıklama da yapmakgerekecek. Üstelik Yaban, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Bütün Eserleri dizisinin ilki olduğuna göre, bir bakıma zorunlu bu.
Elinizdeki kitap Yaban'ın on birinci basımı oluyor. Yakup Kadri sağlığında romanın dilini sadeleştirmiş. Yaptığım karşılaştırmaya göre bu sadeleştirmede eski kelimelerin yerine doğrudan yeni karşılıkları konulmuş. Ya da daha anlaşılırları. Somut birkaç örnek sıralayalım: halihamur-haşir neşir, emare-belirti, hırzıcan-dört gözle, levs-pislik, istihale-değişme, hassa-duygu, inhina-kıvrım, v.b.
Ama yazarın metni sadeleştirirken üslup kaygısından sıyrılamadığı da görülüyor. Şöyle de söyleyebiliriz bunu: Motamot bir değiştirme değil Yakup Kadri'nin yaptığı. Söz gelimi, bugün de anlaşılabilecek hakikat kelimesini gerçek olarak değiştiriyor da, intikal etmek, tecerrüt gibi birçok kelimeye dokunmayabiliyor. Bunu, cümle yapısını bozmamak düşüncesine bağlayabildiğimiz gibi, eski kelimenin taşıdığı anlamın nüansını verememek kaygısına da bağlayabiliriz.
Ayrıca, yine diyelim hakikat kelimesinin bir yerde değiştirilmişken, başka bir yerde olduğu gibi bırakıldığını da görüyoruz. İşte bunu açıklamak güç.
Sadeleştirmeden öte, üzerinde durulması gereken olumlu bir tavrı daha var Yakup Kadri'nin. Bilindiği gibi birçok romanlarında Batı kaynaklı dediğimiz kelimeleri bolca kullanır yazar. Yaban'ın ilk basımlarında da rastlıyoruz bu kelimelere. Ama daha sonra Yakup Kadri'nin bu kelimelerin yerine Türkçesini kullandığını görüyoruz. Hepsini değilse bile, eğer özel bir anlam taşımıyorsa, büyük bir bölümünü değiştiriyor yazar.
Yine birkaç örnek verelim: klovn-soytarı, bas relief-kabartma, peplos- entari, kask-kasket, trofe-çelenk gibi.
Öte yandan, çok az olmakla birlikte, kimi cümleleri degiştirdiğini de görüyoruz. Bunu ya cümledeki eski kelimelerin zorlaması sonucu yapıyor, ya söyleyişte yalınlığı sağlamak için ya da daha önce bir örneğini verdiğim gibi farklı bir düşünüşün etkisiyle. İşte örnekler:
Bu ayrılığa mahşer günü bile kar etmedi. (5. bas., s. 90).
Bu ayrılık bizi mahşer gününde bile bir araya toplayamadı.
Böyle bir hadise, bütün tarihi mukadderata ve bu mukadderatın konularına zıt bir şey olur. (5. bas., s. 136).
Böyle bir olay, tarihi olaylar mantığına zıt bir şey olur.
Varsın, işini uydursunlar, kapısı kapalı evlerinde, yığdıkları zahireleri yiyip doysunlar. Varsın, işini uydurmayan bu perişan, çıplak vebiçare kalabalık açlıktan kıvrana kıvrana ölsün. (5. bas., s. 159).
Varsın işini uydursunlar. Varsın, bu perişan, çıplak ve biçare kalabalık da açlıktan kıvrana kıvrana ölsün.
Sonra bu basit bandajın üstüne iç gömleğini indirdi ve demin çıkarıp attığım ceketimle sırtımı örttü. (5: bas., s. 165).
Sonra çıkardığım ceketimle sırtımı örttü.
Romanın sonuna eklediğim yazılara gelince... Yaban üzerine yazılmış yazılardan seçmeyi yaparken, yayımlandığı günden bu yana romanın uyandırdığı yankıları, nasıl değerlendirildiğini göstermeyi amaçladım.
Birinci (1932) ve ikinci basımlardan (1942) sonra yazılanlar, döneminde nasıl karşılandığını göstermeleri açısından ayrı bir önem taşıyorlardı. Bu nedenle o yazılardan daha uzun alıntılar yaptım. 1960 sonrası değerlendirmelerde ise Yaban'a öncekilerin tersine, edebiyatın ölçüleriyle yanaşılıyordu.
Üstelik birkaçı dışında salt Yaban'ı konu alan yazı ya da incelemeler değillerdi bunlar. Daha kısa alıntılarla değerlendirmenin genel bir görünümü verilebiliyordu.
Son söz olarak, Yaban'ın bu yeni basımıyla işimin bitmediğini, gelecek basımlarda eksikleri tamamlayarak daha iyiye gideceğimize inandığımı belirtmeliyim. (5 Ocak 1977) |