2012 yılı Türk ekonomisinde önemli bir dönüm noktası olma yolunda ilerliyor.
Beklenenin dışında somutlaşan kimi göstergeler, 1980 yılı, 24 Ocak-12 Eylül rejimi ile Türkiye’ye dayatılan neo-liberal köktenci yapının birikim modelinin nasıl tükendiğini gösteriyor.
Türkiye önümüzdeki 10 yıl için, bütün umutlarını, kent rantlarına-taşa toprağa dayalı sanayilere, kısaca inşaatçılığa dayalı bir birikim modeline bağlıyor.
Kayıp yıllar
Türkiye kalkınma anlamında son 30 yılı kaybediyor. Büyüme için çıkış bulamıyor.
Çıkış bulamamasının temel nedeni, 24 Ocak-12 Eylül rejiminin dışında, kalkınma arayışının olmamasından kaynaklanıyor.
Son 30 yılın kaybedildiğine ilişkin değerlendirme artık devletin temel belgelerinde yer alıyor.
Merkez Bankası Başkanı’nın geçtiğimiz günlerde, İstanbul Finans Zirvesi’nde yaptığı sunumun, 3. sayfasında yer alan, “kişi başına düşen gelir-Türkiye” tablosunda, 1970’li yılların ortalarından başlayarak 2008 yılına kadar geçen 30 yıllık dönemde kişi başına gelirin artmadığı-tersine gerilediği bulgusuna yer veriliyor.
Merkez Bankası bu dönemi -Kayıp Yıllar- olarak işaretlemiş, “adlandırmış.”
Tam olarak, Türkiye’ye yönelik, 1980’li yılların başına kadar süren “ithal-ikamesine dayalı sanayileşmeyi terk edin” ve “dış taleple büyümeye geçin” baskılarının başladığı ve IMF-Dünya Bankası gözetiminde, 2008 yılı Mayıs ayına kadar süren, bizim; Bağımsız Sosyal Bilimcilerin, “Farklı İktidarlar Tek Siyaset” olarak adlandırdığımız döneme denk düşüyor.
İnanılır gibi değil, ancak müritleri Özal’lı yılları mahkum ediyor.
Büyümede frene basıldı
Dönemin en iddialı olduğu alanda, dış taleple büyüme alanında tıkanıp kalan Türkiye, 2008 krizi sonrasında, 1980 yılı 24 Ocak-12 Eylül rejiminden 30 yıl sonra, 2010 ve 2011 yıllarında yeniden iç taleple büyüme yoluna girmeye çalıştı.
Ancak, bu kez iç talebin yüksek ithalat bağımlılığı gerçeği ile karşılaştı. İthal ikamesi aracı yoktu elinde.
İç taleple büyüme de yüksek cari açık yarattı.
Cari açığın finansmanının, 2 yılda hızla tıkandığı görüldü. Büyüme için zorunlu olarak frene basıldı.
2012 büyümede bir dönüm noktası olarak ortaya çıktı.
Batan devletin özelleştirmeleri
Bu 30 yıllık dönemin gelir yaratmadığı, ulusal sermaye birikimine katkısının olmadığı kabulünün yanı sıra, özellikle kamu sermaye stokunun özelleştirme yolu ile yok edildiğini de eklememiz gerekiyor.
Özelleştirme yolu ile yok edilen kamu sabit sermaye stokunun tam büyüklüğünü ölçemiyoruz.
Bildiğimiz, 1985 yılı ile başlayan kamu sermaye stokunun özelleştirilmesi sürecinde, günümüze kadar -2011 yılı sonu- 40.5 milyar dolarlık satış yapılmış.
Aslan payı AKP iktidarının son 10 yıllık dönemindedir.
34 milyar dolar AKP iktidarı tarafından “borç ödemesinde” kullanılmış.
Kayıp yılların göstergesi olan, kişi başına gelirin artmamasının sonucunu, Türkiye’nin özel tasarruf eğiliminde, özellikle son 10 yıllık dönemde, 2004 ve sonrasındaki tasarruf oranlarında somutlaşan sürekli düşüşte görmekteyiz.
Özelleştirme gelirleri büyük ölçüde borç ödemesinde kullanılmıştır.
Ancak hane halkının borçluluğu ve özel sektörün dış borçluluğu son 30 yıl içinde sürekli artmıştır.
Kaynaklar tükendi
Kaynakların tüketilmişliği açısından da 2012 yılı somut bir köşe taşı, dönüm noktası oluşturmaktadır.
Bizim olağanüstü gelir dediğimiz kaynaklar 2012 yılında en düşük seviyesindedir.
Vergi aflarında kaynak kalmadı.
Özelleştirmede kaynak kalmadı.
Yapılan yeni ihalelere, yurt-içi ve yurt-dışından katılan olmadığı için özelleştirme yapılamamaktadır.
Büyük sermayeye ve yurt-dışına açılan özelleştirme ihalelerine katılım olmadığı gibi, sıradan yurttaşın tasarruflarına yönelik, 2B örneğinde olduğu gibi, kamu emvali üzerinden yeni kaynaklar yaratma girişimi de, bugüne kadar yapılan başvuruların gösterdiği kadarıyla, başarısız kalmıştır.
Şimdi son umut, önümüzdeki 10 yıllık dönemde, 300 milyar dolarlık bir faaliyet hacmi yaratacağı düşünülen kent rantına, taşa-toprağa dayalı sanayilere, inşaatçılığa kaldı.
Sanayiden inşaatçılığa
2012 yılı içinde, yurt-içi talepteki düşüşe bağlı olarak dramatik biçimde yavaşlayan büyümeye karşılık, cari açığın beklenen düzeyde geriletilememiş olması, Türk ekonomisindeki bir başka dönüm noktasına işaret etti.
Yavaşlayan büyümeye bağlı olarak ithalatta nisbi bir yavaşlama oldu.
Ancak Türkiye’nin ithalatı içinde ara malı ithalatının payı artmaya devam ediyordu.
Ara malları ithalatındaki bu oran yüzde 75’i de geçti.
Artışın nedeni enerji ithalatının faturasının artıyor olmasıydı.
Türkiye yüksek enerji faturası ile yavaşlayan bir ekonomik büyümeyi finanse ediyordu.
Son 30 yıldır Türkiye sanayileşme ile bağlarını koparttı.
Özellikle, 1930-1937 ve1963-1969 süreçlerinde oluşturduğu sabit sermaye stoklarını ve sanayileşme kültürünü, 1980 sonrası dönemde hızla kaybetti.
Yüksek ithal bağımlılığı olan, dahilde işlem rejimine benzer bir başka montajcı yapıya sıkıştırıldı.
Şimdi Türkiye’nin sanayicileri artık sanayi sektörünü terk ediyorlar. Hızla inşaatçılığa, müteahhitliğe soyunuyorlar.
Yok edilen sanayi sektörü
Türk sanayi sektörü, 1970’lı yılların son yarısında, tüketim malları sektöründen ara malları üretimi yapan sektörlere geçme savaşını, 1978 ve 1979 yıllarında, IV. Plan Dönemi çalışmaları sırasında verdi.
Bu savaş, IMF ve Dünya Bankası dayatmaları ve onların eli ile getirilen 1980-24 Ocak programı ile boğuldu.
Türk sanayisi, temel alt yapısını bu tarihten başlayarak, özelleştirmeler ile adım adım kaybetti.
Türkiye’de KİT ile yaygınlaştırılmış olan sanayileşme kültürü yok edildi. Sanayi kentleri yok edildi.
Sanayi kültüründen kopuş
Dr. G.Sak’ın yazısında yer aldı.
Türk üniversitelerinde, liselerden mezun olmuş en başarılı gençler şimdi artık, sanayi ile ilgili mühendislik fakültelerinden uzak durmaya başlamışlar.
Tıp tercihi artıyor, hizmetler tercihi artıyor.
Yerleştirme sınavlarında ilk 1000 içinde yer almış gençlerin tercihleri ile ilgili olarak son 4 yıla ilişkin sonuçlar dikkat çekiyor.
“Geçmişte ağırlıklı olarak mühendislik fakültelerini seçen gençler, temel bilimler yerine, sanayi ile ilgili, teknolojik yenilikler sürecine katkı yapacak bir uygulama alanına ağırlık veriyorlardı. Bunun Türkiye’de yenilikler sürecini bir katkı yapmadığını görebiliyorduk. Ancak her şeye karşın, imalat sanayi ile ilgili alanlar tercih ediliyordu. 2008-2011 arasında bu alanlarda, mühendislik fakültelerine yerleşen öğrenci sayısı, bu fakülte kontenjanlarının arttırılmış olmasına karşılık azalıyor. Azalma boyutu önemli, yüzde 25’e yaklaşıyor.”
Sanayi kültüründen kopuş hızla gelişiyor.
Bu kültürün ana kaynağını, KİT sistemini yok ettik.
Sanayi toplumundan hızla uzaklaştık.
Şimdi umutlar inşaatçılıkta ve “kentsel dönüşümde
http://www.gazetevatanemek.com |