İlk kez 2012’nin Kasım ayında, Obama’nın ikinci kez başkanlığa seçilmesinden hemen sonra Erdoğan kameralar önünde Obama’yı ziyaret etmek istediğini açıklamasıyla gündeme giren Washington yolculuğu geçen hafta tamamlandı. Washington’da üç gün boyunca izlediğim Erdoğan ve heyetinin ziyaretinin, Türkiye’nin bazı zor dış politika problemlerinin çözümünde ilerlemeye yardım ettiğini söylemek beklenenden güç olabilir.
Suriye:
Gezinin bir numaralı dosyası Suriye konusunda uluslararası arenadaki en önemli sonraki adım ‘Cenevre 2’ konferansı. Cenevre Bildirgesi olarak adlandırılan ve Esad rejimini bir değişim sürecine çekmeyi amaçlayan diplomatik çalışma ilk kez geçtiğimiz yılın Haziran ayında ortaya çıkmıştı. Erdoğan, Washington yolunda uçağa binmeden önce yaptığı basın toplantısında, Cenevre’nin yeniden hayata kavuşturulmak istenen ikinci versiyonunu ‘’ipe un sermek’’ olarak gördüğünü söylemişti. Erdoğan, Beyaz Saray görüşmeleri sonrasında ise ‘Cenevre 2’ sürecini en uygun çözüm yolu olarak gördüğünü açıkladı. Erdoğan, Brookings Institution’da yaptığı konuşmada bir soru üzerine, bunun nedeni olarak kendi fikrinin değiştiğini açıkça ifade etmesi dikkat çekici oldu.
Washington’a gelmeden önce Erdoğan ayrıca Amerikan NBC televizyonuna özel bir mülakat vererek, Amerika’nın öncülüğünde bir uçuşa yasak bölge kuruluşuna destek vereceğini açıklamıştı. Bu aslında mülakattan önceki günlerde Türkiye’den bazı diplomatik kaynakların ve yine Ankara hükümetine yakın olarak bilenen bazı analistlerin verdiği bilgiyle uyuşmuyordu.
Bu iki farklı Suriye çıkışının iki nedeni olabilir. Bir tanesi Erdoğan bu iki noktada son gelinen ve BM Güvenlik Konseyi yolunu benimseyen Suriye politikası hakkında iyi bilgilendirilmemişti. İkincisi ise, Erdoğan isteyerek Obama’ya karşı bir baskı kurmak istedi. Bu baskının ters dalgada kürek çekmek anlamında olduğunu bilmiyor olabilir miydi?
Nedeni ne olursa olsun, Başbakan Erdoğan uçuşa yasak bölge ile ilgili sorulan soruya yine Brookings’de cevap verirken, bu kez BM Güvenlik Konseyi kararını tek adres olarak gösterdi. Arap Liginin daveti ile ABD liderliğinde bir koalisyon gibi dolambaçlı yola referans dahi vermedi. Bilindiği üzere BMGK yolu, Rusya'nın vetolarıyla kapalı.
Başbakan Erdoğan, yine gezinin son günü AK Partiye yakınlığıyla bilinen Seta Vakfının Washington temsilciliğinin organizesi ile bir konuşma daha yaptı. Bu konuşmasında da Erdoğan bir gün önce Suriye uçuşa yasak bölge olarak tek adres olarak andığı BMGK’yi adaletsizlik ve işlersizlikle suçladı. Oldukça genel ve popüler eleştiriler kullanarak da bu yapının değişmesi gerektiğinden bahsetti. Suriye rejimi yerine BMGK’nın yapısı hedef alındı.
Cenevre Bildirgesi, yapılışından on ayı aşkın bir süre sonra ABD Dışişleri Bakanı Kerry tarafından geçtiğimiz haftalarda hatırlanıldı ve Kerry Rus muhatabı Sergei Lavrov’u ziyaret ederek, önceki süreci Cenevre 2 şeklinde yeniden hayata döndürülmesine imkan tanındı. Cenevre Bildirgesi Esad rejiminin bir süreç sonucunda bir ’’değişim yönetimine’’ görevlerini devretmeyi öngören bir bildirge. Ne var ki Rusya ve ABD hiçbir zaman Esad’ın ne zaman ve nasıl görevini bırakacağı noktasında anlaşamadı. İkinci Cenevre’ye gelince, Esad’ın kaderi hakkında halen Rus ve Amerikan taraflarının tam olarak anlaşabildikleri görülmüyor. Buna rağmen yine muğlak ifadelerle bir geçiş döneminden bahsediliyor. Bu konferans Kerry tarafından tam da Erdoğan ziyaretinin sonrasına organize edilebilmiş olması belki sadece bir şanssız tesadüftü. Erdoğan’ın Obama’dan daha aktif olmasını isteyeceği bir ziyarette, Amerikan tarafı Cenevre sürecini baltalayacak veya zayıflatacak en ufak bir retorik duymak istemediklerini çok daha kolay anlattılar. Hatta Erdoğan da, Beyaz Saray görüşmeleri sonrası Cenevre 2 sürecini destekleyen demeçler verdi. Obama ayrıca Erdoğan’dan Suriyeli muhalifleri Cenevre 2’ye katılması için yardımını beklediğini söyledi.
Bazı Türk diplomatik kaynaklar ise, Türk delegasyonun sadece diplomasi ve Dışişleri Bakanlığında zamanlarını geçirmediklerini söylediler. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Savunma Bakanı İsmet Özel ve MIT müsteşarı Hakan Fidan, Pentagon’u ziyaretlerinde yaklaşık bir saati aşkın bir süre boyunca ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel ve diğer bazı üst komuta kademeleriyle Suriye’de askeri alternatifleri tartıştı. Yine görüşmeleri çok yakından izleyen bir başka diplomatik kaynak ise Cenevre 2’yi ‘son şans’ olarak tanımladı. Ayrıca Erdoğan, Esad’ın artik Suriye içi gelişmelerde kontrolü olmadığını ileri sürerek Rusya’yı bir anlamda bu süreçten sorumlu tuttuğunu ifade etti. Her iki liderin de Rusya’ya Cenevre sürecinde baskısının artıracağı bu açıdan tahmin edilebilir.
Sonuçta Türkiye, Suriye konusunda duymak istediklerini Amerikalı muhatabından işitemedi. Ama kendi endişelerini çok detaylı olarak toplam 13-15 saati bulan görüşme maratonlarında sivil ve askeri muhataplarına ilettiğini düşünüyor. Türkiye, ABD’yle birlikte demokrasi ve özgürlük temellerinden yola çıkan Suriyeli muhaliflerle bu ideallerini gerçekleştirecek bir ortaklığın bölge için önemine vurgu yaptı. Bu gerçekleşmediği takdirde, Katar ve diğer bazı ülkelerden Suriye içindeki aşırı elementlerin güçlendirilmeye devam edileceği, diğer taraftan da İran ve Hizbullah’ın etkinliğine karşı Al Kaide’nin rekabetinin yaşanacağı bir Suriye kabus senaryosu gösterildi. Bu ihtimallerin ne demek olduğu Amerikalı muhatapların kafalarına kazınmaya çalışıldı.
İsrail-Gazze
Beyaz Saray’da Perşembe sabahı heyetler arası yapılan görüşmeden sonra iki lider Gül Bahçesine çıkarak basının sorularını cevaplandırdı. Bu esnada İsrail ile normalleşmenin nasıl gittiği ve Erdoğan’ın halen Gazze’ye gidip, gitmediğini soran gazetecinin sorularından Erdoğan sadece Gazze kısmına cevap verdi. Bu cevapta yine ilk kez Erdoğan sadece Hamas’ın hakim olduğu Gazze’ye değil, El-Fetih’in hakim olduğu Batı Şeria’ya da gideceğini söyledi. Üstüne bastığı başka bir konu ise, bu gruplardan hiçbirini, diğerinden üstün görmediği idi. Bu iki grubun bir birleşik ses haline gelmesi gerektiğini de sözlerine ekleyen Erdoğan, bu çerçevede Quartet’in şartlarının Hamas tarafından da kabul edilmesi noktasında rol oynaması ve Hamas'a bazı baskılar yapması söz konusu olabilir.
Gazze konusunda Amerikan ve İsrail pozisyonuna yaklaşan Erdoğan, bu basın toplantısından bir gün sonra yapılan Seta Vakfının toplantısında ise İsrail’e karşı şahin görüntüsünü koruduğunu gösterdi. Filistinlilere karşı ‘’işgal, baskı ve korku taktiklerine’’ başvurmakla suçladığı İsrail ile normalleşmenin ancak Gazze’ye konulan ablukanın kaldırılması ile gerçekleşeceğini söyledi. Ayrıca Erdoğan İsrail ile normalleşme sürecinin henüz başında olduklarını hatırlattı.
Kısacası Erdoğan, Suriye konularında istediği ve beklediği sözleri Obama’dan duyamadı. Onun yerine Cenevre 2 diplomasi yolunda kendi söylemini Obama’ya yaklaştırdı. İsrail ile normalleşme yolunda ise Obama Erdoğan’dan beklediği değişimi göremedi.
Enerji
Gezinin bir başka konusu ise Irak ve Kıbrıs’la olan enerji problemleri idi. Washington, Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi, KRG ile giderek derinleşen enerji ve ticaret bağlarının, Irak’ın bütünlüğüne tehdit oluşturduğu yaklaşımına sahip. Türkiye ise Irak’ın kuzeyi veya güneyi ile iş yapmak arasında fark görmediğini ileri sürüyor. Türkiye’nin Kıbrıs açıklarında bulunduğu söylenen enerji kaynakları ile ilgili olarak da tutumunun değişmediği, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Washington'da yaptığı basın toplantısından öğrenildi. Buna göre, Türkiye K. Irak ile yatırım ve ticaret ilişkilerini yavaşlatmayacak ve Kıbrıs’ın enerji kaynakları da ancak adanın kaderi ile ilgili yapılacak müzakereler neticesinde kullanıma açılabilir.
ABD ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA)
Başbakan Erdoğan’ın Obama görüşmesinin önemli gündem maddelerinden biri de ABD ve AB arasında kuruluş adımları atılan ve bir çeşit serbest ticaret anlaşması olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı anlaşmasına Türkiye’nin de çok uzak olmayan bir dönemde eklenmesi idi.
Konuyla ilgili olarak Başbakan Erdoğan Mart ayında Başkan Obama’ya bir mektup gönderdi. Bu mektupta Erdoğan, ABD ile AB arasında Haziran’ın sonundan itibaren başlaması beklenen STA sürecini yakından izlediğini ifade etmişti. Ayrıca Erdoğan, Türkiye ile AB arasındaki gümrük anlaşmasından ötürü, ABD ile Türkiye arasında da paralel bir STA sürecinin başlatılmasının ‘’zaruri hale geldiğini’’ belirtmişti.
Bölgesel konularda birçok gergin gelişmelerin ABD-Türkiye ikili ilişkilerine sürekli negatif titreşim yüklediği bir dönemde, STA ve ekonomik işbirliğini artırıcı konuların gündeme girmesi, pozitif ve yapıcı bir katkı sağlamış oldu.
Washington'da Türk ve Amerikan ticaret ilişkilerini yakından takip eden kaynaklar, Türkiye ile ABD arasında Serbest Ticaret Anlaşmasına giden yolda mütevazi bir adım atıldığını düşünüyor. Diğer taraftan Başkan Obama Gül Bahçesindeki hazırlanmış konuşmasında STA terimine atıf yapmadı. Onun yerine iki ülke arasındaki ticaretin ve yatırımın büyümesi hedeflerinin olduğunu söyledi.
Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın, bir anlamda başkana vekaleten STA terimini telaffuz etmesi önemli idi. Türkiye, bu görüşmelere gelirken zaten bir STA anlaşmasını merasimlerle imzalamak gibi bir ümitle gelmiyordu. Ama, Haziran ayının sonunda resmi olarak serbest ticaret anlaşması müzakerelerine başlayacak ABD ile AB'ye paralel olarak da bir çalışma başlatmak çabasındaydı. Bu aşamada ABD ile Türkiye arasında yeni kurulan Yüksek Çalışma Komitesinin işlerliğini yakından takip etmek gerekiyor. Türk tarafının geziden elde ettiği belki de en somut getiri de bu oldu.
Gezi Kazanımları
Merasimle karşılama, 13 kişilik bir heyetle dünyanın süper gücünün lideri ile aynı karede yer almak, Gül Bahçesinde tarihi bir basın toplantısı ve özel akşam yemeği, Türkiye tarafının istediği itibar düzeyinde ve ihtimamda gerçekleşti. Erdoğan'ın A Takımı hayat boyu masalarında taşıyacakları bir hatıraya sahip oldular.
Obama ile yakın pozlar ve gösterilen itibar ayrıca Erdoğan için seçim yılında önemli idi. İki ülke arasındaki en kritik konu olan Suriye konusunda ise Obama argümanları günü kazandı.
Suriye konusunda istediğini alamayan Erdoğan, daha başkentte iken İsrail ile olan ilişkileri rolantide tutacağının sinyalini verdi. İsrail karşıtı retoriğin Erdoğan’ın Türkiye dönüşünden sonra yakın veya uzak gelecekte daha da sertleşmesi kimseyi şaşırtmamalı. Bu nedenle de İsrail ile Türkiye arasında Suriye krizi ile ilgili olması muhtemel koordinasyonun bu aşamada pek geleceğe sahip olmadığı görülüyor.
Washington ziyareti Türkiye’yi Suriye konusunda bulunduğu güç durumdan kurtaramadı. Suriye krizinde, aynen Batılı ve Amerikalı dostları gibi Suriyeli protestocular ve isyancıların özgürlük, demokrasi ve onur taleplerini destekleyen Türkiye, tek başına çözemeyeceği Suriye krizini, Cenevre’ye havale etmekle yetindi. Reyhanlı patlamalarının Esad rejimi ile bağlantılı olduğu kabul edildiği bir dönemde, bundan sonra olabilecek benzeri saldırı planların önlenmesi Ankara için öncelik. Bu anlamda başbakan Erdoğan’ın emniyet ile istihbarat arasındaki kopukluğa işaret eden sözlerinin ne sonuçlar doğuracağı dikkate değer.
Bütün bunlar Türkiye'nin Suriye krizinde dışlanmışlığı anlamına gelmiyor. Türkiye bu krizde zaten istense de dışlanamaz. Türkiye başta Suriyeli muhaliflerle olan derin ilişkisi, yüz binlere ulaşan Suriyeli mülticeleri barındırıyor olması ve coğrafi konumu itibariyle Suriye krizinde hep bir elin parmak sayısındaki aktörlerden biri olmaya devam edecektir. Ama uzun bir süre Esad rejimine karşı 'Suriye krizini gerekirse kendi başıma çözerim' tek taraflı çıkışlarının iyi planlanmış tehditler olmadığı görülmüştür. 'Caydırıcılık' gücü yara aldı.
Erdoğan'ın Suriye Politikası Nereye Gider
Hayati önemdeki üç seçimin önümüzdeki yılda yapılacağı, yeni bir anayasa veya anayasa değişikliklerinin yapılmak istendiği, Kürtler ve PKK ile tarihi barış müzakerelerinin sürdüğü bir dönemde Erdoğan’a bu çapta baş ağrısı olan bir Suriye politikasının nereye doğru evrileceği önümüzdeki dönemde belli olacak.
Şimdilik, henüz organizesi kesinleşmemiş olan Cenevre 2 konferansından ortaya çıkacak sonuç, seçim yılında Erdoğan’ın hem iç hem de dış politikasını yeniden gözden geçirmesine neden olabilir.
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=4494 |