|
||
TARİHE DÜŞÜLEN NOTLAR... | ||
Güncel Olaylar Haberi | ||
![]() |
||
SAYIYLA VERMEDİLER YA! Zeki Sarıhan 100. yıl dönümüne ulaştığımız ve geçtiğimiz günlerde Sarıkamış felaketi nedeniyle yeniden hatırladığımız, aslında aklımızdan hiç çıkmaması gereken Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin yenilmesinin birçok nedeni var. Bunlardan biri, orduda üst rütbelileri ile alt rütbeliler ve rütbesizler arasında büyük bir uçurumun olmasıdır. Savaşla ilgili kuru tarih kitapları ve rakamlar bu gerçeği anlatmaz. Onu ancak savaş anılarından öğrenebiliriz. Savaşmak elbet de çocuk oyuncağı değildir. Düğüne bayrama gitmeye benzemez. Ancak bir savaşta başarının en büyük şartı erlerin canla başla savaşmasıdır. Bunun yerini hiçbir top, tüfek ve teçhizat tutamaz. Fakat savaşmak istemeyen orduyu komutanları ne kadar zorlarsa zorlasın savaştırmak mümkün değildir. Anadolu köylüsü, vatanın bağrı demek olan Çanakkale dışında bu savaşın kendisine bir faydası olmadığının farkındaydı. Bu nedenle savaş yıllarında Türkiye’nin dağı taşı asker kaçaklarıyla doluydu. Turan hayalleriyle harekete geçirilerek Kafkaslara yürütülen okullu gençlik de çok geçmeden gerçeklerle yüzleşmişler ve büyük bir pişmanlık ve hayal kırıklığı yaşamıştır.
YALANCI ÇOBAN MİSALİ
Birinci Dünya Savaşı’nın erlerde ve dolayısıyla halkta bıraktığı bu kötü miras, Kurtuluş Savaşı’nda düzenli ordu kurulmasını bir hayli geciktirmiş, halk kitlelerinin cepheye sevki zorlaşmıştır. Bu durum, “Yalancı çobanın hikâyesi”ne benzer. Çoban, “Sürüye kurt geldi!” diye köylüleri o kadar çok aldatmıştır ki, gerçekten kurt geldiğinde köylü bunu da çobanın yalancılığına yormuştur. Oysa 1918 Ateşkesinden sonra kurt gerçekten gelmişti.
Kurtuluş Savaşı’nda ordu yöneticileriyle erler arasındaki ilişkiler, Birinci Dünya Savaşı yıllarındakilerle karşılaştırılamayacak kadar demokratiktir. Kurtuluş Savaşı’nda da bu savaşın niteliğini kavramakta geciken erlerden kaçaklar olmuştur. Cephede, kaçakları korkutmak için infaz birlikleri bulunmuştur ama bunlar Birinci Dünya Savaşı’ndaki kadar çok ve korkutucu olmamıştır.
9 Kasım 1914 tarihindeyiz. Sarıkamış cephesinde birlikler Hasankale’ye doğru savaşa sürülür. Erler yorgun, subaylar uykusuz, komutanlar bitkindir. Soldaki bir tümen, ilk düşman topunu duyar duymaz darmadağınık geriye kaçar. Köprülülü Şerif İlden’in anlattığına göre, erler bu sisli dumanlı günün sabahında çarığına yapışan çamuru sürükleyerek dünkü ve önceki günkü gibi tüfeği omzunda, kaderine boyun eğmiş, yorgun ilerlemeye, yürümeye uğraşmaktadırlar.
“HAVAYA AT ABDURRAHMAN!”
İnce bir yağmur altında savaş başlar. 18. Tümen Rusların ani ve şiddetli bir top saldırısı ile karşılaşır. Bozulur ve tüfek bile atmadan kaçar. Ordu karargâhı, 18. Tümenin kaçışını öğrenir öğrenmez Ordu Kurmay Başkanı Alman Yarbay Guze, çağırttığı Binbaşı Rıza Bey’e: —Son bölüğünüzü durdurun. Hasankale’nin doğu girişinden ileriye götürün. Kaçan erlerin üzerine ateş açın! emrini verir. Rıza Bey, emir gereğince kol sonundaki bölüğe mevzi aldırır. Bölük kumandanı Yüzbaşı Abdurrahman Efendi’ye emri bildirir. Fakat kulağına da şunları fısıldar: — Havaya at Abdurrahman! Amacı böyle de sağlarsın. Seni göreyim! Kendisi de dörtnala birliğine doğru ilerler. Ordu kumandanlığı telaş ve heyecan içindedir. Kaçan erleri durdurmak için Ordu komutanı Hasan İzzet Paşa’dan başlayarak herkes elinde tabanca ile sağa sola at koşturmaktadır. Erler doğal olarak durur ve tüme küme toplanır. Kokularından kaçamamaktadırlar bile! O günkü saldırı başarılı olmaz. Birlikler geri çekilir. Fakat Enver Paşa, Rıza Bey gibi merhametli değildir.
ENVER PAŞA’NIN KURŞUNA DİZDİRDİĞİ ÇOCUK!
Sarıkamış felaketinin ikinci günü, 27 Aralık 1914. Enver Paşa’nın emriyle girilen saldırı eldeki birkaç yüz eri ve yirmi otuz subayı karlara gömmekle sonuçsuz kalır. Enver Paşa, önünde boynu bükük bir delikanlı ile gelir ve: —Kaçarken tuttum, kurşuna dizilecek! emrini verir. Komutanın, bir alt rütbeliyi sorgulamadan öldürme hakkı vardır! Askeri alırlar. Akşam karanlığında renksiz yüzü görünmektedir. Ateşin karşısına getirirler ve sorgularlar. Delikanlı Harp Okulu’nun son sınıfını tamamlamadan çıkmış, savaş başladığı günden beri bir bölükte takım komutanlığı yaparak güzel hizmetler yapmıştır. Zaten beş on kişiye inmiş takımı son saldırı sırasında tümüyle yok olmuştur. Kendisi de komutanını ararken bir ağacın dibinde biraz soluk almak için oturmuştur. Enver Paşa o sırada kendisini yakalamış ve getirmiştir. Bu çocuk, 17-18 yaşlarında zayıf, sarı benizli, yoksul durumda bir gençtir. Tabanı delik bir çift potin, çok eski ve örselenmiş ince bir kaputla titreye titreye sürüklenip buraya kadar gelmiştir. Gerilerde değil, ileride, herkesten daha ileride, avcı hattında biraz dinlenmek için oturmuştur. Komutanlar bu konuda Enver Paşa’ya itiraz edilemeyeceğini bilirler. Çünkü çocuk tümene sorgulanmak için değil öldürülmek için verilmiştir! Bununla birlikte komutanlar, bu emri yerine getirmemeye karar verirler. — Belki zafer kazanılır da bağışlatırız, derler. O gün zafer kazanılamamış, Enver Paşa da emrini unutmuştur. Ertesi gün: — O çocuğu kurşuna dizdiniz mi? diye sorar. —Hayır efendimiz, Divanı Harbe verilmesini emir buyurmuştunuz, cevabını verirler. Paşa cevap vermeden, ilk emrini tekrarlar. Ve çocuk tümen karargâhı muhafız bölüğüne teslim edilir… Yalnız soğuktan, açlıktan, tifüsten ve Çarlık ordusunun kurşunlarından başka kaç zavallı Anadolu çocuğu kendi ordusunun kurşunlarıyla can verdi? Hesabını bilen var mı? Enver Paşa bunları Alman emperyalizminin emrine sayıyla mı vermişti ki… (13 Ocak 2015) -------------------------------------- Kaynak: Köprülülü Şerif (İlden), Sarıkamış, yayına hazırlayan Sami Önal, 6. baskı, 2009, Türkiye İş Bankası Yayınları, s. 64-95, 206-213. |
||
|
||
Etiketler: |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.