Bayram Türkmez www.golbasigazetesi.com haber sitesine yapmış olduğu yorumla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a uzun bir mektup yazdı. Bu mektubun aynısını gazetemizde de sizlere sunuyoruz.
Bayram Türkmez mektubunda şöyle diyor.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazmak geldi içimden. 25 yıllık yerel gazetecilik hayatımda ilk defa bir devlet büyüğümüze mektup yazıyorum. Bu yazdığım mektubu Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a da e-devlet aracılığı ile gönderecektim ancak 1000 karekterden fazlasını almayınca, yani yazımın hepsini almadığı için sizlerle buradan paylaşarak, aktarıyorum. Bundan böyle devlet büyüklerimize sırasıyla mektup yazmaya devam edeceğim. Düşüncelerimi anlatacağım...
Sayın Cumhurbaşkanım , sizin akıla, öneriye, tavsiye ye ihtiyacınız olduğunu sanmıyorum. Bunun en açık göstergesi de konularında uzman yüzlerce danışmanınızın olduğudur ve her konu da sizin düşüncelerinizin üzerine kendi fikirlerini sunuyorlar. Benim size mektup yazmakta ki maksadım, bu ülkenin ve milletin bir sevdalısı vatandaş/yerel gazeteci olarak bu ülkenin gelişmesi için karınca misali inandığım yolda yürümek olup, demokrasi ülkesindeki hakkımı kullanıp, içimi size dökmektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en yüksek makamdaki yöneticisi olarak her konuşmanızda, her açıklamanızda bu ülkenin kaderini etkileyecek millet üzerinde büyük tesir bırakıyorsunuz.
Sayın Cumhurbaşkanım;
Ben 50 yaşını geçen bir insan olarak, 50 yıldan beri “Adalet Mülkün Temelidir.” Özlü sözü ile büyüdüm. Yani, “adalet, devletin temelidir”…diye bildim, inandım. İnanmakla kalmadım, aktif olarak yerel bir gazeteci olarakta yıllarca mücadele ettim. Bir ülkede adalet yoksa, hukukun üstünlüğü yoksa bu devletin temeli sarsılmaya, çürümeye başlamış demektir. Bizler bu değerle büyüdük, yetiştik kendimize kültür edindik, buna inandık.
İnsan Hakkı diyoruz. Kul hakkı diyoruz. İster devletin yasaları olarak düşünelim, isterse kutsal kitap emirleri bakımından düşünelim, adalet olmazsa, insan hakkı da, kul hakkı da nasıl sağlanacak?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olan cennet vatanımızda ne eksiğimiz var ki, çevremizdeki insanlar huzursuz, geleceğinden endişeli ve hergeçen gün ülkede sanki bir kaos yaşanacakmış gibi ruhsal bir durumda bulunuyor. Bu cennet gibi ülkemizde neyimiz eksik bizim, ne ararsan var. "Dünya da olan her şey bu ülkede fazlasıyla var." diyen insanlarımızda çok.
Herkesin ortak vatan kabul ettiği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’mizde kendimizi bildik bileli “İnsan Hakları”, “Demokrasi” gibi kavramlara toplumsal enerjilerimizi harcıyoruz.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 1954 yılında imzalamış bir ülkeyiz ancak, bu insan hakları gündemimizden hiç düşmedi.
Bana, insan hakları nedir? deyince öncelikle “adalet” aklıma geliyor. Adalet, bir ülkede yaşayan tüm insanlara eşit yaklaşırsa, İnsan yaşam hakkını güvence altına alarak haklarını korursa, o zaman birçok gelişmiş ülke gibi gündemimizden bu sorunda kalkar, toplumsal enerjimizi boşa harcamayız. Aksi olursa işte Ortadoğu ülkeleri burnumuzun dibinde kardeş kardeşi kırıyor, vatanlarında huzur yok, kaostan kaçarak vatansızlık yaşıyorlar! Yanıbaşımızda bu ortam önemli bir örnek olarak duruyor.
Sayın Cumhurbaşkanım;
Adalet olmayan yerde insan haklarından bahsetmekte akıl tutulmasıdır. Adalet duygusu olmayan bir insanında insan haklarına saygı duymayacağı muhakkaktır. Zaten, insan hakları ile demokrasi birbirine paralel şekilde gelişiyor.
Bu cennet vatanımızda demokrasi ve insan hakları bakımından neler yapabiliriz? diye de sokaktaki bir vatandaş gibi bende düşünüyorum. Ancak, öncelikle bir sorunla karşılaşıyorum. Kimi çevreler insan hakları/demokrasi konularında farklı algılar/yorumlar yapıyor. Bunların bir bölümü dinsel yönden, başka bir bölümü etnik yönden kendine pay çıkarmaya çalışıyor. Bizlerde bunu ulusal basından sık sık görüyoruz, okuyoruz...
Mevcut anayasamız; bu milletin çoğunluğu ne dinsel, ne de etnik ırkçılık üzerine siyasi ve sosyal gibi oluşumları reddediyor. Ve bende anayasadaki bu bağlayıcılığa katılıyorum. Ülkemizde ne etnik, ne de dinsel oluşumların devletin üzerinde etkisine ve milletin bütünlüğüne tehdit oluşumlarına fırsat verilmemeli, adalet terazisi herkese eşit şekilde anayasa güvencesiyle hizmet etmelidir. İnsan Hakları temelinde adalet var. Ve en fazla tartışma sıralamasında “inanç” özgürlüğü büyük yer kaplıyor. Oysa, Türkiye’nin inanç özgürlüğü konusunda, Dünya ya bile örnek olması içten değil, bu konuda saygı duyulan bir ülke olmasının yanı sıra, kendi toplumsal huzuru içinde, sosyal ve bilimsel gelişme içinde, Adalet içinde, demokrasi içinde vd...Zaten, inanç özgürlüğü anayasa ile güvence altına alınmıştır ancak değişik uygulamalarıyla da göstermek şarttır.
Hep sormuşumdur kendi kendime bu nasıl olacaktır? diye…Aslında mevcut anayasa ile olmuş. Her bir insanın farklı inanca sahip olabileceği/olduğu düşünülerek “devletin dini olmaz, insanın dini olur” düşüncesiyle insanların farklı din/inançlarına saygı duyulması sağlanmıştır.
Zira, 1 kişi de olsa, farklı bir inanca sahip vatandaşa saygı duyulduğu gibi, inancını koruyacak ve kendini güvende hissedecek bir devletin anayasası ve uygulamasıyla “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” düsturuyla hareket edilmesi, huzurun yanı sıra, özgüveni yüksek, demokrasisi gelişmiş bir toplum haline getirecektir ülkemizi…
Böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenlere düşen görev bunu uygulamaktır.
Türkiye, ne Avrupa devleti, ne de Ortadoğu devleti olmaya mecbur değil, Türkiye olacaksa DÜNYA DEVLETİ olsun...
Daha önce de yazmıştım. Bu ülkenin herhangi bir köşesinde farklı inançlara sahip insanlar kendilerini nasıl güven altında, bu devletin vatandaşı olarak haklarının korunduğunu nasıl hissedecek?
İnsan hakkı ya da kul hakkı diyorsak, bu insanların inanç hakları nasıl korunacak? Yoksa insan hakkına/kul hakkına insanların istediği şekilde inançlarını yaşamaları girmiyor mu? Bir insanın kendi istediği şekilde ibadet etmesini engellemek, ya da zorla kültürleştirerek, örtülü baskıya maruz bırakmak kul hakkına girmiyor mu? Tabi ki, gönülden olmayan her şey kul hakkına/insan hakkına giriyor. Onun için önemlidir bu mesele…
Sayın Cumhurbaşkanım,
Çevremde konuştuğum birçok insanın ülkemizin geleceğine dair endişeleri var. Ülkemizin bütünlüğü, milletimizin birliği/dirliği konusunda gelecekle ilgili endişelerini yok etmek sizlerin elindedir. Etnik ve Dinsel oluşumlar başta olmak üzere , bugüne kadar dış politika da izlenen yol ülke insanımızın böyle düşünmesine neden olduğu görülüyor. Birde son aylardır terör belası ülke gündemimizi hayli meşgul ediyor.
Dış politika da; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu lideri M. Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” özlü sözü rafa kaldırıldı, aksi politikalar izlendi görüşü hakim…
Sayın Cumhurbaşkanım ;
Ülkemiz insanının en çok ihtiyacı olan birliği ve dirliği olup, sevgi dilinin tüm farklılıklar üzerinde etkisini gösterip, birbirine kenetleme zamanıdır. Her kim olursa olsun, ülkemizin insanlarından farklı sesler geliyorsa da siz uzlaştırmacı - birleştirici söylemlerinizi devam ettirmenizdir. Bırakın, siyasetçi siyasetini yapsın. Siyasetçilerin ayrıştırıcı dilleri olursa da , sizlere düşen devlet ve millet adına bunları aynı amaç doğrultusunda birleştirmektir.
Ülkemizin değişik yerlerinde yaşayan farklı kültürlere, inanışlara sahip insanlara, bu devletin sevgisini, hoşgörüsünü ve şefkatini göstermeye devam edeceğiz...
Sayın Cumhurbaşkanım;
“Devletin dini olmaz, insanın dini olur ” diye biliyoruz, çünkü, devletin içinde farklı inançtan insanlar var.
Devleti temsil eden kurumlarda da bu özellikler göz önünde bulundurularak uygulamalar yapılmalıdır. Başta, Diyanet İşleri Başkanlığı ülkemizdeki tüm inançların temsil edildiği bir kurum haline getirilmelidir. Sayın Cumhurbaşkanım, sizin deyiminizle bu ülkede belki 36 çeşit etnik köken var ancak, mezheplerle birlikte belki 20 den fazla farklı inanç sahibi topluluklarda var. Ancak, genel kabul gören bu ülkenin vatandaşlarının en az yüzde 95’nin Müslüman olduğu gibi, Hristiyan, Yahudi, Uzak Doğu inançları, (Mezhepler, Cemaatler) vs. farklı inançlar var. Bu inançları yaşayan insanlar kendilerini nasıl güvende hissedip, bu insanların bu inanç hakları nasıl korunacaktır? Tüm mesele budur .
Sayın Cumhurbaşkanım;
Herkes inancını devletin teminatı altında yaşadığını haykırabilmeli, devletin sevgisi ve hoşgörüsü altında kendini güvende hissedebilmelidir. Bunu ülkemizde tüm dünya ya göstermek bile zor değil. Kaldı ki, kendi ülkemizin iç huzuru ve gelişmişlik içinde gereklidir.
Nasıl ki, Cumhurbaşkanlığı Sarayı bahçesine cami yaptırarak, Müslüman bir devlet olduğumuzu ülkemize ve dünya ya yansıtıyorsak , yanına 100 metrekare de Kilise, 20 metrekare de sinegog ya da uzak doğu inançlarını temsil eden ibadet yerleri yapılarak, her inanca karşı saygı duyduğumuzu sözlerimizle olduğu gibi uygulama da da göstermiş oluruz. Aynı şekilde mezarlıklarımıza, ister cenazesini gömsün ister gömmesin Müslüman olmayan inançlar içinde 50 - 100 metrekare mezar yerlerini tüm mezarlıklarımız içerisinde resmiyette ayırabilmeliyiz.
Yukarıda da söylediğim gibi bir Avrupa ya da Ortadoğu ülkesi değil, örnek DÜNYA ÜLKESİ olma yolunda ilerlemeliyiz.
Biz ülke olarak bu inanç özgürlüğünün, böyle uygulamalarını başarabilsek birçok önemli sorunun kendiliğinden çözülmeye de başlayacağına inanıyorum.
Devletimizi yöneten Müslüman inancına sahip devlet büyüklerimizin, ne kadar adaletli olduğu, en az yüzde 95'i çoğunluk olan Müslüman halkın, ne kadar Saygılı, hoşgörülü ve sevgi dolu olduğunun görülmesi, aynı zamanda İslam dinimizin güzel özelliklerini de anlatmış ve yaşatmış oluruz.
Adaletimizi ve insan haklarına duyduğumuz saygıyı, Türk milletinin tüm inançlara karşı hoşgörüsünü de dünya ya anlatmamızda böylelikle zor olmayacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanım;
Bu zorlu görevinizde başarılı olmanızı diler; devletimizin bölünmez bütünlüğü, milletimizin bekası yolunda gelecekle ilgili endişelerimizin olmadığı, şehit ve gazilerimizin gelmediği, İnsan hakları tartışmasının bittiği, Demokrasinin geliştiği, özgüveni yükselmiş , bilim yolunda ilerlemiş , Dünya Devletleri arasında model olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde hep beraber huzur içinde yaşamak dileğiyle saygılar sunarım.
Bayram Türkmez
Gölbaşılı bir vatandaş/Yerel Gazeteci
30.01.2016 --------------------------------------------------------------------
Not: Yine basından takip ettik. TBMM yazışmalarda TBMM Yerleşkesi olarak geçerken yeni Başkan İsmail Kahraman dönemiyle “TBMM Külliyesi” olarak yazışmalarda geçmeye başlamış.
Şimdi, böyle yapmakla bu ülkeye ne değer kattık, bu milleti gelişmesine nasıl bir katkı verdik! Yani, 21. Yüzyıl bilgi çağında bunlarla mı çağ atlatacağız Türkiye’ye…Kurumsallaştıramayacakmıyız! bu devletin yönetim yerlerine gelen her yöneticinin iki dudağı arasında mı yapılanmalar olacak? Bu Cumhuriyetin hizmet alanları ne zaman kurumlaşacak ki, gelen yöneticilerin iki dudağı arasında bir var olup, bir yok olmayacak!
Birde şöyle bakmak lazım; şimdi bu durum 21. Yüzyıl bilgi çağında, uzay çağına! girmek üzere olduğumuz gelecek yüzyıla ne katıyor...
Bakınız: http://www.hurriyet.com.tr/yazismalarda-yerleskeyi-atti-meclisi-kulliye-yapti-40046096
|