Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya…Kalp durur…Akıl unutur…Ben dostlarımı ruhumla severim.O ne durur, ne de unutur…
MEVLANA
Merhaba dostlarım!
Yanılmamışım; herkesin çevresindeki insanlardan gördüğü olumsuzluklardan birkaç boğaz köprüsü kurabiliriz. Hani şu “yaşadıklarımı anlatsam, Fizan’a kadar köprü olur.” deyiminde olduğu gibi. Özellikle şehir hayatında oran daha da yükseliyor. Ama ne yapabiliriz ki! Hatırlarsınız, geçmişte bir siyasinin çokça kullandığı; “ya olacak, ya olacak!” sloganı “ gibi, ya çevremizle ilişkilerimizi dengeli tutacağız, ya da dengeli tutacağız. Bunun başka bir yolu yok. En azından ben bilmiyorum. Başka bir çözüm olsa da tarihte bu tür yaşamların pek sağlıklı olduğu söylenemez. Çünkü insanoğlu, sosyal yönü güçlenerek değeri artan bir varlıktır.
Şunu söylemek istiyorum; her şart ve olumsuzluklara rağmen, insan toplumdan kendini izole edemez, etmemelidir. Ama belli bir kural ve kriterlere göre sınırlarını, ilkelerini oluşturmalıdır. Bu sınırlar hem kendimiz, hem de çevremizdeki bizi tanıyanlar için gerekli bir zarurettir. Ne derece seversek sevelim, aramızda (kişisel yakınlık derecesine göre) bir mesafenin olmaması müthiş bir hatadır. Bir hadis-i şerifte peygamberimiz şöyle buyuruyor; “Sevdiğin kişiyi ölçülü sev. Yoksa bir gün gelir o insan gözünde sevimsizleşir de önceki aşırı muhabbetinden dolayı elemin (üzüntün) iyice ziyadeleşir. Kızdığın kimseye karşı da ölçülü ol ve nefret hissinin önünü kes. Aksi halde, gün döner de o şahıs dostun oluverirse evvelki öfkeli tavırlarının mahcubiyeti seni çok üzer.” (Tirmizi, Birr, 59). Bakın bu konuda Hz Ali bizlere ne tavsiye ediyor: ”Bir insana, gereğinden fazla değer verirsen; ya onu kaybedersin, ya da kendini.” Bana göre bu hadis ve Hz Ali’nin söyledikleri her şeyi açıklıyor.
İçinizden bazı arkadaşların şöyle dediğini iştir gibiyim: “Eee hocam bir karar ver artık! İnsanlarla haşır neşir olalım mı, olmayalım mı?!” Elbette. İnsan tek başına nasıl yaşar?! Tabi ki sosyal varlık olmamızın gereği etrafımızdakilerle diyalogumuzun olması gerek. Yalnızlık sadece Allah’a mahsustur. Ama bunun bir ölçüsü olmalı.. yani karşımızdaki insanla olan ilişkimizin sıklığı ve samimiyet derecesini iyi ayarlamak şartıyla.
Sevgili dostlar, size tanıdıklarımızı dört kategoride değerlendirmemiz gerektiğini söylemiştim. Tabi bu benim düşüncem. Bazılarınız bu sayıyı azaltabilir veya çoğaltabilir. Bunları;
- Tanıdıklarımız
- Arkadaşlarımız
- Dostlarımız
- Sıkı dostlarımız olarak sıralayabiliriz.
Tanıdıklar; zaman zaman karşılaştığımız kimselerdir. Göz aşinalığımız olduğu, bazılarının ismini hatırladığımız insanlardır. Haklarında çok az bilgiye sahip olabildiğimiz kimselerdir. Her zaman semt marketinde karşılaştığımız, otobüs durağımızda sıklıkla yan yana beklediğimiz insanlar gibi. Onlarla sınırlı samimiyetimizin olduğundan çok dar çerçeveli diyaloglara girebiliriz. En basit bir özelimizi paylaşmaya çekiniriz. Bir kere biraz samimi sohbet edersek ve ona güven duyarsak, hemen arkadaş oluveririz. Daha çok güven duyarsak, birtakım sırlarımızı onlarla paylaşmaya başlarız.
Arkadaşlar; yakınımızda bulunan ve bize yakın olan kişilerin bir kısmını tanıyan insanlardır. Ortalama demografik bilgilerimize sahiptirler. Medeni halimizi, çoluk çocuğumuzu bazı akrabalarımız, yaklaşık kazancımızı v.s. bilirler. Ortak değerlerimiz vardır. Hayata bakışımızda benzer yaklaşımlar sergileriz. Zaman zaman özveri beklediğimiz, yardımlarını isteyeceğimiz kimselerdir.
Dostlar; birçok mahremimizi, özelimizi emanet ettiğimiz kişilerdir. Adeta bizim sır kasalarımızdır. Sıkıntılı veya üzgün olduğumuzda yanımızda olan, ağladığımızda bize omuzunu cömertçe veren insanlardır. Kimi zaman bizim iyiliğimiz için bizimle kavga etmeyi göze alan, yanlış olduğunu düşündüğü fikir ya da davranışlarımız için bizimle yada başkalarıyla adeta savaşan fedakar kimselerdir. Çocukluğumuzda, kırdığımız camı sorumlusu arandığında, bunu asla söylemeyendir.
Bir de kendimce bu konuda yeni oluşturduğum bir kesim var: Sıkı Dostlar. Eski bir Sanscrit atasözündeki gibi: “ Başlangıç da küçüktürler, ama dolaştıkça büyürler ve güçlenirler ve bir defa yola çıktıklarında geri dönüşleri olmaz. Nehirler, yıllar ve dostluklar böyledir işte…” diye tarifini yaptığı kimselerdir onlar. Onca zor sınavlardan sonra dostluk eleğinin üstünde kalmayı başaran, bizim için vefa abideleridir. Güven limanlarımızdır. Kim zaman öz kardeşin dahi takat yetiremediği zor sınavlardan her şeyi (gerekirse canını bile) göze alarak bize desteğini asla çekmeyen yarenlerimizdirler. İlişkilerimizin kırılma noktasında geldiğinde, artık her şey bitti diye düşündüğümüzde, hatta artık düşman olduğumuzu hissettiğim zaman bile aramızdaki sırları açığa vurmayan kişilerdir. Karanlıkta kaldığımızda bizim güneşimiz olan insanlardır. Bizi cismimiz, kudretimiz, servetimiz için değil, biz olduğumuz için seven sadakat abidesidirler. Herkesin etrafımızdan çekildiği zamanlarda bile, bir an dahi tereddüt etmeden yanımızdan ayrılmayan vefa dağıdırlar. Aramızda binlerce kilometrelerce mesafe olsa bile, sıkıntı ve üzüntümüzü kendi ruhunda hisseden insanlardır.
Kiminiz diğer üç kısımdakilerden daha çok bu son kategoriye neden bu kadar uzun yer verdiğimi merak ediyordur. Haklısınız. Şahsen bu son kısım benim için çok önemli. Sebeplerini bir sonraki makalemin safhalarında zaten ifade edeceğim. Umarım sizlerin yaşamına katkı sağlayabilirim. Eğer faydam olacaksa bu beni çok mutlu eder.
Herkesi yeni başlayan bu yaz mevsiminde huzur, mutluluk ve başarılarla dolu bir sezon geçirmeleri temennisi ile selamlıyorum. Umut ve sevgiyle…
İsmail Hakkı Kar
İnsan İlişkileri Ustası |